27 Ocak 2012 Cuma

Büyük üstat NECİP FAZIL 'dan..

Ömrünü hak ve hakikate adamış bir insan... Anadolu kıtası üzerindeki İslam davasının dönmez davacısı... O bütün ümidini mukaddesatçı Türk gençliğine teslim etmişti. Gençliğe Hitabesi'nde de vurguladığı gibi, "...tek cümleyle, allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...".

Kararı daha önceden alınmış mahkemelerde yargılandı yıllarca tutuklu kaldı. Ağır hasta olduğu bilindiği halde yargılanmasına devam edildi. O bütün bunlara rağmen, gücünü ve kuvvetini çilekeşi olduğu İslam davasında alıyordu. Üstad'a göre şiir “Şiir, Mutlak Hakikat'i arama işidir”. Poetikasının "Şiir" bölümündede bildirdiği üzere şiiri mutlak hakikate ulaşmada bir araç olarak kullanmış, eserlerini o nispet ölçüsünde vermiştir.

Fikirlerini İdeolcoya Örgüsü isimli eserinde yayımlayan Üstad, İdeoclocya Örgüsü'nde şöyle diyor:
Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O'nun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için..." 
 İdeolocya Örgüsü'nde, son bir asırdır çürütülen kurtlandırılan İslam'ı bir medeniyet projesi halinde yeni zaman ve mekan şartları altın nasıl gerçekleştirileceğinin cevabını sunmakta bunu da "Büyük Doğu" olarak isimlendirmiştir. O fikirlerini kurumuş mürekkep halinde bırakmamış, batıya karşılık doğu ruhunun tekrar zuhur etmesi için meselenin aksiyon safhasındada en önde yer almıştır. Devrinin siyasi liderleri, hakim zihniyetinin baskılarına rağmen her şart ve ortamda mücadelesine devam etmiştir. Konferanslarında bir çatı altında birleşmekten dahi mahrum olduğu zamanlarda bile sesinin şiddeti azalmamıştır. Mukaddesatçı Türk Gençliğinin hamurunda parmak izleri bulunan Necip Fazıl, Büyük Doğu gençliğini şöyle tanımlamakta...
Büyük Doğu Gençliği arslanlardan gür sesli,
Sahibi mayasından Yüce Fatih'in nesli...
İşte İslam davası uğrunda Hak'ka teslim edilen 79 senelik bir ömür... 26 Mayıs 1904 yılında bu yolculuğa başlayan Üstad Necip Fazıl Kısakürek 25 Mayıs 1983'te "Demek böyle ölünürmüş." diyerek sonsuzluğa gözlerini açtı.

Ölüm hakkında onlarda şiir yazan Üstad'ın birkaç şiirinden örnek vermek istiyorum.Üstad, üstadı olan Arvasi hazretleri ile tanışmadan evvel ölüm hakkında kaleme almış olduğu şiirlerde şaire hakim olan duygu korku ve tedirginliktir. Şiirlerinde de bu duygu öylesine hissedilir ki 1925 tarihinde yazmış olduğu "Ölünün Odası" isimli şiir  buna güzel bir örnektir.
"Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş
Yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
Süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
Artık ne bir çıtırtı ne bir ayak sesi"[1]
Şiirin devamında Necip Fazıl Kısakürek bahsi geçen ölünün tasvirine başlıyor.
"Yatıyor yatağında, dimdik upuzun ölü
Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
.......
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
Belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan"
Ölüyü bu şekilde dışarıdan bir gözlemci olarak bizlere aktarırken son iki mısraya geldiğimizde aslında bahsi geçen ölünün kendisini olduğunu gösteriyor.
"Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm
Bana geldiği zaman böyle gelecek ölüm"
 İlk dönem şiirlerinde "ölüm" konusunu bu şekilde işleyen Üstad, Arvasi hazretleri tanıştıktan sonra "ölüm" konusuna şiirlerine farklı bir pencereden bakmıştır.
"Ölüm ölene bayram bayrama sevinmek var
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var"[2]
Mısraları ile ölümü bayrama benzetmiş, ölüm korkusunu sıfıra indirmiştir. Zira ölüm denen hadiseyi hakikate götüren bir pasaport olarak görmüştür. Yine Necip Fazıl'ın gözünde ölüm güzel bir olay olarak görülmektedir.
"Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?"[3]
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in sonsuzluğa gözlerini açmadan evvel yazdığı son şiir ise "Zehir" isimli şiiridir.
Zehir
Çocukken haftalar bana asırdı
Derken saat oldu derken saniye
İlk düşünce, beni yokluk ısırdı
Sonum yokluk olsa bu varlık niye?

Yokluk sen de yoksun, bir var bir yoksun,

İnsanoğlu kendi varından yoksun.
Gelsin beni yokluk akrebi soksun.
Bir zehir ki hayat özü faniye...[4]
 Son söz
Aziz kardeşlerim, bizler mukaddesatçı Türk gençliği olarak üstadın bize emanet etmiş olduğu İslam davasının betonarmeleri yıkan seli üzerinde bir saman çöpü olabilmeyi dahi şeref sayacağız. İslam çınarının köklerine kezzap dökenleri vicdan kuyularına hapsedeceğimiz gün yakındır.

Ruhuna Fatiha...

Hiç yorum yok: