30 Mart 2012 Cuma

2 KİTAP 2 YORUM..

Herkese hayırlı cumalar .
Bir süredir rahatsızlıktan ötürü bitiremediğim Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2 yi bitirmiş bulunmaktayım.
Peşine de 3-4 günde çabucak okuyup bitirdiğim yeni kitabım var .
Vahdettin'den Mustafa Kemale Unutulan Gerçekler..
İlk olarak İlk serisini okuduğum Abdilhamid’in Kurtlarla Dansı 2 kitabından bahsetmek istiyorum sizlere..
İlk serinin devamı şeklinde belgeler ışığında tarihin kapısı aralanmaya devam ediyor bu kitapta da ..
Kur’an’ın tozuna bile saygılı bir padişahın ülkemize kazandırdığı demiryolu ağlarından tutun da Avrupadaki  birçok ülkeden çok daha önce Osmanlıda telefonun kullanılmaya başlandığını mı anlatsam size ..
Yoksa günümüz gündeminden düşmeyen Kürt sorununa akılâne bir şekilde Hamidiye alayları ile çözüm bularak ,birleştirici bir padişah rolu oynarak tüm ülkeyi birlik beraberlik içerisinde tuttuğunu mu …
Siyonizme oynadığı büyük oyuna ne demeli.
Bir cihan padişahı olan Abdülhamid in dünyanın dört bir yanında doğal afetlerden ötürü yeri yurdu yıkılmış insanlara nasıl yardım ettiğini okurken insanın vicdanı bir kere daha sızlıyor.
Neden mi ?
Bunları şuan okumuş olmaktan tabiî ki.
Tarihimize bu kadar yabancı kalmaktan ve geç kalınmışlıktan …
Dünyanın en büyük sanayi dönüşümünü gerçekleştirecek olan bor madeninin önemini kavrayıp, elden çıkarmamak için verdiği mücadelede Osmanlı padişahlarının ne kadar ileri görüşlü ve akıllı olduğunu bir kere daha anlıyor insan.
Hakkında çıkarılan bir sürü yalan ,dolan ,iftiraya rağmen Abdülhamid'in bu iftiraların tam tersini yapmış olması da ,tarihi hala yanlış öğrenen halkın gözünü açıp tarih okumasıyla öğrenilecek noktalar..
Öğrenecek çok şey var ama öğreten yok .
O yüzden yurdum insanına düşüyor her şey.
Öğretilmeyenleri öğrenmek için kolları sıvama zamanı ..
Kitaptan 1-2 anektot paylaşmak istiyorum sizlere ...
İngiliz Başbakanı Gladstone 1882 yılında İngiliz Parlementosunda eline Kur’an’ı alarak yaptığı ünlü konuşmasında Mısırlı Müslümanları kastederek:
Bu kitap bu Müslümanların elinde kaldıkça İngilizler hiçbir zaman onlara hakim olamayacaklardır.
Yegane çözüm,Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır.
            İngiltere 1882 de Mısırı işgal etmiş ama Abdülhamidin bunu resmi olarak onaylamasını istemişti.
Abdülhamid ise buna asla müsaade etmeyerek şöyle söylemişti:
Hükümranlık haklarım ortadan kalkmadıkça ,hukuken mülküm olan yerlerde yabancı hakimiyeti ve geçici işgale asla razı olmam .
Senmisin razı olmayan ! Al sana Ermeni sorunu !
1895-96 yıllarında çıkan Ermeni isyanını bastıran askerlere karşı İngiltere Ermeni hamiliğine soyunmuştu hemen .
Sanki 1857 deki Hint ayaklanmasında binlerce insanı katleden,elebaşıları topların namlusuna bağlayıp ateşlemek suretiyle parçalayan kendisi değilmiş gibi , bir anda Osmanlı Ermenilerinin hamisi kesilmiştir.
Diğer kitabıma geldi sıra J
Vahdetinden Mustafa Kemale Unutulan Gerçekler.
Ah Vahdettin ah..
Nasıl da hain ilan edilmişsin maksatlı bir şekilde..
Hain olmadığını anlamak için okunman gerekiyormuş da haberimiz yokmuş.
Ya Ermenilerin yaktığı İzmir...
Bir de üstüne üstlük üzerimize atılan  İzmiri Türkler yaktı iftirası..
Osmanlı tarihi ile Cumhuriyet tarihini birbirinden ayırıp birbirlerine üvey evlat yapmak isteyenlere inat ,Cumhuriyeti besleyenin arkasında bıraktığı kocaman Osmanlı mirası olduğunu ,Cumhuriyetin temelini oluşturan kurumların hep Osmanlıdan bize miras kaldığını ,Osmanlıdan aldığımız değer ve kurumlarla Cunhuriyeti  kurduğumuzu anlamak için sanırım tek yapmamız gereken okumak , okumak ,okumak.
Tarihine ön yargılı olmadan ,Osmanlı ve Cumhuriyeti birbiriyle barıştırarak ,kendi tarihimize sırtımızı dönmeden ,doğrusuyla yanlışıyla bize ait olan bu tarihi özümseyerek okumak  arkamızda bıraktığımız koca bir tarihi anlamak babında bize çok şey katacak..
İşte yine kitaptan bir anekdot ..
Mehmet Fuat Köprülü bakın ne güzel de anlatmış olayın özünü :
            Ecdadından kalan sanat abidelerini yıkıp geniş caddeler açmak isteyen belediye  reislerimizi,milli tarihini ve milli edebiyatını bilmemekle iftihar eden aydınlarımızı,medeni tarihimizin bakıyyelerini saklayan kütüphanelerimizi hafife alarak onların ortadan kaldırılmasını isteyen mütefekkirlerimizi,milli mazimizi sadece bir pislik ve rezalet haritasından ibaret gösteren tarihçilerimizi,çocuklarını yabancı kültür çevrelerinde okutup eğitmeyi bir medeniyet  gereği sayan milliyetperverlerimizi gördükçe,ne derin ve korkunç bir kültür buhranı karşısında bulunduğumuzu anlamamak imkansızdır.

Geldik 2 kitap 2 yorumun sonuna J
Yeni kitaplar ve yeni yorumlarla buluşmak dileğiyle..
Kalın sağlıcakla..

27 Mart 2012 Salı

TATLI KRİZİ:))


Herkese merhaba..
Dün akşama doğru aşırı derecede tatlı krizim tuttu ...
Ne yapsam diye düşünürken aklıma hemen bu tatlı geldi.
Hem pratik hem hafif ,hem de lezzetli :))
Malum yaz başlangıç sinyallerini aldığımdan beri dondurma ve soğuk tatlılara olan ilgim artmış durumda :))
Şöyle soğuk ve sütlü ,hafif bir tatlı yapayım dedim ve çok sevdiğim yaz tatlılarından biri işte karşınızda ...
MUHALLEBİLİ KADAYIF TATLISI
Malzemeler :
750 gr süt
1 bardak un
1 bardak şeker
1 adet DR.OTKER kaymak tadında krem şanti
Krem şanti ile karıştırmak için 1 bardak süt
Üzeri için
200 gr kadayıf
1 yemek kaşığından az tereyağ


Efenim süt ,un ,şeker güzelce karıştırılıp muhallebi kıvamında yarım ateşte ocakta pişirilir..
Kaymak tadında krem şantimiz ,krem şanti kıvamında  sütümüz ile çırpılarak bir kenara bırakılır..
Pişirdiğimiz muhallebinin içerisine muhallebi sıcak iken iyice karıştırılarak tatların özümsenmesi sağlanır..
Resimde gördüğünüz kaselere bu karışım sıcakken dökülüp buzlukta yarım saat iyice donması beklenir.
Buzluktaki muhallebimiz donarken kısık ateşte kadayıflarımızı sürekli karıştırarak kızarması sağlanır..İyice kızarınca soğuması için kenara bırakılır.
Soğuduğu zaman elimizle kadayıf iyice ufalanır..
Donmuş olan muhallebi buzluktan çıkartılarak ,üzerine kadayıf serpiştirilip servise sunulur..
Annemden gelen bir özelliğim vardır benim herşeyi göz kararı yaparım ,mesela kadayıftaki tereyağı benim göz kararımla 1 yemek kaşığı ile 1 tatlı kaşığı arasında bir şey oluyor aslında :))
Yine de size bir ölçü çıkarttım tebrik edin beni :))
Bu ölçülerden resimdeki kaselerim gibi 8 kase çıkıyor.
Bir ince ayrıntı bu tatlıyı servis ederken kadayıfı üzerine döküyoruz ..Yapıp da kadayıfları üzerine döküp dolapta bekletirseniz kadayıfların kıtırlığı kalmıyor dolapta yumuşuyor..
Kadayıfları bir kasede bekletip tatlıyı servis edeceğiniz zaman kaselerin üzerine dökün ki kıtırlığından birşey kaybetmesin..
Afiyet olsun ..

12 Mart 2012 Pazartesi

Haftasonundan kareler :))

Herkese sağlık,mutluluk,huzur dolu bir hafta diliyorum.
Ben oldukça yorgun ve bir o kadar da grip modundayım.
Eşim göreve gittiği için ben de haftasonu anneme gittim.
Cumartesi de pazar da dışardaydım ,hava soğuk ve nemliydi.
Nemli hava oldum olası bana hiç iyi gelmediği ve artı annemde herkes hasta olduğu için ben de şifayı kaptım :((((
Aslında pazar günü dışarı çıkmayacaktım ama kuzucuğa dayanamadık onu gezdirmek istedik.Yavrum yazık nasıl da sevindi bu duruma.
Neyseki gribime daha doğrusu soğuk algınlığıma başlangıç aşamasında takviyeler yaparak ilerlemesini engellemiş gibiyim ama burnum akıyo ,hapşırıyorum :))
Gelelim resimlerimize...:))
Cuma günü işten çıkıp anneme geçtim.
Yöresel yemekleri çok sevdiğim için ne zaman gitsem siparişleri veriyorum yapıyor sağolsun:))
Yöresel yemeklerimizin resmi yok ama dolmayı nasıl kaşıklayıp tencereden el uzatıp bitirmeye çalıştığımın göstergesi aşağıda:))



Uzun zamandır ,belki de 2 senedir sigara böreği yemiyorum :) Niye mi ?
Sanırım eskiden bir numaralı misafir böreği olan sigara böreğinin pabucu dama atılalı seneler oluyor da ondan.
Öyle güzel ve değişik börek tarifleri var ki garibim unutulmaya yüz tuttu.
Ama ben onu hatırladım ,ne çok sevdiğimi ,bir zamanlar nerdeyse her gün yaptığımızı hatırladım ve hatırlayınca da canım çekti.
Anacığıma siparişi verdim hemen ,sağolsun pazardan köylü kadınlarından yufka almış ,yemek faslından sonra çayın yanına yapıverdi hemencecik.
Yufka taze olduğu için öyle güzel ve yumuşacıktı ki uzun zamandır böyle güzel yufka tadı almamıştım .
Yanındaki elmalı kurabiye de gençliğimin bir diğer fiks tatlısı :))
Her misafirin başının tacı :))
 Elmayı çok sevdiğim için kurabiyesine de aşığım diyebilirim.
Bu yüzden alttaki gibi 2 tepsi yapılmış olmasına rağmen 2 gün bile sürmedi ,gittim geldim erittim kurabiyeleri :))
 İyice boğazımı tutamaz oluyorum anneme gidince ,elleri dert görmesin.
Yıllarca yedirdi bizi ,hala yedirmeye devam ediyor..

Kızkardeşimin yeni gelin evi..
Daha doğrusu annemlerle yaşıyorken kendi evlerine çıkınca yeni gelin oldu artık kendisi de :))
 3,5 yaşında bir tosunu var ama yeni ayrı eve çıktılar.
İşte salonundan bir iki görüntü.Mis gibi yeni koltuk kokusu da başka oluyor hani :)))





Bu plazma benim ,başkasına yar etmem anladınız mı modu :))))


Gelelim gezme maratonumuza :))

 İsyanlarda bizim tosun .
Teyzeden kaçma moduna girdi .
Bu arada bizi çekmeye çalışan birinin gazabına uğradık yakalanıverdik paparazziye :)))
Bi çocuğu tutamadım elimde ,kaçıyor :)))

 İşte yakaladım seni ,kaçamazsın artık ,bırakmam :))
Yavrucağımızı iyice sarıp sarmaladık .
Malum hastaydı zaten iyice hasta olmaması için kar maskesi takıyoruz ona .
Aslında bu fikir benim aklıma geldi .
Atkı ve bereler yeterince korumuyor çocukları ,kayıyor ,düşüyor vs.
Ama kar maskesi hem yüzü açıkta bırakıyor hem kulaklarını ,ağzını ,burnunu ,heryerini güzelce kapatıyor.
Bütün miniklere tavsiye ederim ...
Yolda boş bi manzara buldum hemen yapıştım.
Oldum olası sonbaharı ve sonbaharda ağaçların yapraklarını dökmüş halini çok severim.
İlkokulda resim dersindeyken hep yapraksız ince kuru dallı ağaçlar çizerdim resim defterime.
Altında yatan psikolojik sebebi bilmiyorum ama sonbahara aşığım ..
Gerçi şimdi kış ama resim tam sonbahar resmi oldu :)))
İşte altta bu resmin bensiz olanı var :))



AVM nin önüne geldiğimizde  yanımızdan geçen arabanın korkusunda elime sarılmış kuzucuk ,arabalardan çok korkuyor ..
Bu da avmnin içinden bir kare :))
Bu elbisemi yeni aldım ,çok severek aldım ,boyu tam istediğim gibi çizmeyle giyilebilecek bir boyda ..
Rengi de bu senenin moda rengi kiremit..
Aslında bu elbise bana bir beden büyük ama tam vucuduma yapışmasın diye bir beden büyük aldım ki rahatça giyeyim diye..
Genelde bu tip elbiseler ya kısa ya da uzun oluyor .
Bulunca da kaçırmadım valla :))

Kuzucuk tosuncuk dedimya ,insan bir de yakın fotosunu çeker dimi diyeceksiniz :))
İşte size bi tanecik yiğenimden kareler .
Onu öyle çok seviyorum ki resimleri koyarken resimleri bile ısırasım geliyor :)))


Kuzucuğum giderken ne de mutluydu .
Bu mutluluk gözlerinden nasıl da okunuyor değil mi ?
Avmnin içersinde bir oyun alanı var .
Yanına da havuz yapmışlar ,içerisinde çarpışan botlar var .
Daha önce bunlar yoktu ,yeni yapılmış ve iyiki de yapmışlar ,çocuklar için çok eğlenceli ,benim bile binesim geldi :)))





 Çarpışmak kuzunun çok hoşuna gitti ,gülücükler hiç eksilmedi yüzünden ..
Ama bu tırmanma duvarına tırmanırken resimlerde de görüldüğü üzere itişe kakışa yukarıya iple tırmanıldığı için kuzumun eli acımış.
Elim acıyor diye ağlayarak geldi yanımıza .
Ne oldu diye sorunca , abi yukardan çekti ben de düşmemek için ipi tuttum elim acıdı dedi.
Sanırım o çekme esnasında ip elinde ezilmeye neden olmuş ,işaret parmağı kocaman şişmiş.
Kırık çıkık olabilirmi diye korktuk tabi ,hemen acile götürdük kuzucuğu.
Neyseki sadece ezilmeymiş ,krem verdi doktor ..
Nazar değdi mavişime...ALLAH NAZARLARDAN KORUSUN..


İşte ilk poz :) Ne oluyor orada ,teyzem fotoğraf mı çekiyor ne ...!! Flaş patladı ,gözlerim kamaştı teyze :))

Teyze anladık fotoğraf çekmeye heveslendin ama çok uykum var ,gün boyu gezdim ,ayakta uyuyorum baksana :))


Güldürme beni teyze yaaa ,zaten uykum var :)))

Al işte bak nasıl ayakta uyuyorum gör :))

Bu fotoları eve asansörle çıkarken asansörün kapısında zar zor çektim :))
Ne kadar da belli değil mi zar zor çektiğim :))
Yavrum ayakta uyuyordu ,gün boyu avm de oyun oynadı ,atladı ,zıpladı ,e bir de hasta ,gider gitmez de düştü zaten ,sızdı yavrucak..


Günün sonunda eve gider gitmez hemen ıhlamur demledim .
Boğazım öyle acıyorduki tam 3 koca fincan ıhlamur içtim .
Yanına bir de sıcacık şehriye çorbası yaptım .
Hem annem bronşit ,hem kuzucuk hasta ,hem de ben şifayı kapma arefesinde olunca ıhlamur ve sıcak bol limonlu çorba çok iyi gitti valla .
Kuzucuk da bir kase çorbayı hüpletti valla ..
Acıkmış yavrum şifa olsun ..

 Bir postun daha sonuna geldim.
Bir dahaki postta ,sağlıklı ,mutlu ve huzurlu olmak dileğiyle..
Miniklere iyi bakın ,onları bol bol gezdirin :))
Ne yapsın yavrucaklar ,herşey yaşında güzel..
Hasta olup üşütmeyin ..
Bi de beni izlemeye devam edin ..:))
Kalın sağlıcakla..

5 Mart 2012 Pazartesi

Entrikalı Dolap Komedyası

Herkese günaydınlar...
Pazartesi sendromunu yeni yeni atlatmışken hemen bir post yazma isteğim doğdu.
Çünkü dün akşam çok beğendiğim bir oyuna gittim ve hemen anlatmak istiyorum..

İnsanoğlu kendine ait manevi değerleri maddiyat karşısında saniye geçmeden nasıl çarçabuk terkeder?
Şeytan insanı en zayıf anında kolaycacık yakalayıp ne çabuk aklını karıştırır...
Bi de yetmiyormuş gibi insana yaptırdıklarını öyle güzel süsler öyle güzel anlatır ve işler ki beyinlerimize ,iyi niyetli olduğumuz halde bir anda çok kötü bir insana dönüşebiliriz.
Ya tüketim çılgınlığına ne demeli .
Sosyal medya çıktı çıkalı karşımıza ,beyinlerimize işletilen tüketim sevdasına bir dur diyemeden geçiyor ömrümüz..
Karşımıza çıkan albenili reklamlar karşısında ihtiyacımız olsa da olmasa da hepsini alıp kredi kartlarımızı şişirip durmuyor muyuz?
Sonra da devletten kredi kartı affı bekliyoruz ,ne komik değil mi?
Üstelik ne aldığımıza dönüp bir bakınca bir çoğunun işe yaramadığını ,insanı iyice materyalist ve kapitalist sisteme ittiğini farketmiyor muyuz?
Farkediyoruz ama yine de almaya ,almaya,almaya devam ediyoruz deli gibi ..
Peki zihinlerimizi hurafeleriyle dolduran kitap yazarlarına ne demeli..
Bulduğumuz her kitabı okuyan beyinlerimiz iyice uyuşup her okuduğunu doğru zannetmeye başlamıyor mu?
Bazen alkol almamış bir insanın ,alkol almış ve kendinden geçmiş bir insandan daha mantıksız hareket ettiğine tanık oldunuz mu hiç?
Umut ...Evet ya umutlarımız...
Kahve fallarından çıkmasını beklediğimiz hayallerimiz umutlarımız ne olacak.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki halimiz fallara kaldı artık ..
Ondan medet umar hale geldik.
 Fellik fellik fal baktıracak adam arar duruma düştük..
Kısacık ömrümüzde bizi biz yapan insani değerlerimizi ne kadar kolay yıpratıyoruz..
Oldu mu yaa ,oldu mu şimdi?
İnsan olduğumuzu nasıl farkedeceğiz peki?
Hani nerde sevgimiz ,iyi niyetimiz ,dürüstlüğümüz..
Hepsi puf olup uçtu mu ne ...
İşte bana bütün bunları düşündüren dün akşam izlediğim oyundu.
ENTRİKALI DOLAP KOMEDYASI..
Ağlanacak halimize katıla katıla güldük hep beraber bütün salon ...
Oysaki ne çok mesaj vardı oyunun içerisinde ..
Ne çok nüans saklıydı kahkahalarımızın gerçekliğinde..
Şu kısacık ömrümüzde herşeyi güzel ve doğru yaşamak varken neden hep yanlışı seçerek yaşarız o da ayrı mesele ..
Doğruyu yanlıştan ayırabilecek kudreti bulabilmemiz dileğiyle...
izlemek isteyenler için ...





 Emre Gümüş
Yönetmen: Bayram Tonoğlu
Reji Asistanı: Kadir Çöklü
Oyuncular: kadir çöklü, görkem çetin, gülay tepe, serkan yaşar, esra açkurt, serkan kaya, beriye karabulut, hakDekor Tasarım: emre kaleci
Işık Tasarım: Volkan soylu

"Melek gibi bir insan mısınız, yoksa daha çok şeytana mı uyuyorsunuz Hayır hayır, bu bir moda dergisi testi değil. Oyunumuz bu soruyu küçük bir kenar mahalle evinde soruyor seyircisine.Peki bu soruyla ölü bir kadının ne alakası var Mübeccel mi, o da kim Ya iki hırsız güpegündüz bu evde ne arıyor Eski koca mı Bir de eski koca mı var Hay Allah, bir dolap dönüyor ama...neyse, izleyince çıkar kokusu.Tüm izleyicilerimizi bu kahkahası bol, eğlenceli komediyi paylaşmaya davet ediyoruz.".



4 Mart 2012 Pazar

İz bırakan kitap cümleleri..

Herkese merhaba ..
Facebook kullanmıyorum , eşimin facebooku yetiyor:))
 Orada çok güzel bir kısım keşfettim .İz bırakan kitap cümleleri...
Okudukça okudum ve her biri ayrı hoşuma gitti yazılanların ...
Sizinle de paylaşmak istedim ...


*****
ASLA
Tüm bildiklerini söyleme
Duyduklarının hepsine inanma
Malının tamamını harcama

...
ÇÜNKÜ
Bildiklerinin tümünü söyleyen
Duyduklarının tümüne inanan
Malının hepsini harcayan

GENELLİKLE
Uygun olmayanı söyler
Bilmediğini yargılar
Gücünün yetmediğini harcar

ARAP ATASÖZÜ
*****
 Necip Fazıl'a sorarlar 'sevgi mi nefret mi ?' diye. Nefret der üstad ve ekler: Çünkü onun sahtesi olmaz..


********************
Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne kadar güzeldir..

Şems-i Tebrizi


**********************************
Hep hayıflanmalar... Hep kahırlar... Ara sıra isyanlar... "Gerçek aşkı bulduğumu sanırken yanılmışım" Hep iç geçirmeler... Hep candanlığının farkında olmaksızın "Canım acıyor"lar...Ah edip inlemeler.. "Bi daha sevmeyeceğim" diye yemin içmeler... Keşkeler...Eyvahlar.. Gel- gitler... Ömrümüzün kilometre taşlarına ölü canları gömmeler... Ürkmeler... Umutlar.. Kırlmalar ve.... Oysa bak Mevlana, Mesnevisinde ne diyor: "Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi hep uzaklarda aramakla geçiyor.”


SİNAN YAĞMUR
***********************************
“Aşk nasip işidir hesap işi değil,
Aşk adayıştır, arayış değil”.

Hz. Mevlana


***************************
Bana, “Sen kimsin?” diye sormayın. Ömrü azıcık kalmış bir hiçim. Ben, hiçbir şeyim, hiçbir şeyim. Yürek vermediğiniz ta içinize erişemez. İnsanlara baktım ki, her biri kendisine bir sevgili edinmiş. Kimi kadın, kimi erkek. Bazısı nefis, bazısı da heva. Kimi mal, kimisi de şöhret.... Herkes o sevgiliyle ölüm anına kadar beraber olabilmiş, bazısı da kabrin başına kadar beraber bulunabilmiş, toprağa verilince ona veda etmiş. Herkes sevgilisini karanlık bir kuytuya bırakıp geri dönüyor. Düşündüm. Kendime öyle bir sevgili bulayım ki, hayatımda ve vefatımda benimle beraber olsun. Ömrüm, özüm ve sözüm üç aşk üzerine örüldü: Allah aşkı, Peygamber aşkı ve annem. Bana kendini üç kelimeyle anlat deseler; yetimlik, yalnızlık ve yolculuk derim... Babasız kalmanın acısını imanla doldurdum, yalnızlığımda Allah’a sığındım. Yolculuğumu Habibullah’ın aşkına adadım.

Veysel Karâni, ellerini kuma, alnını hırkaya dayayarak secde vaziyetine devam ederken sırtına bir ok daha geldi. Derken bir ok daha... Bir ok daha... Saplanan oklardan neredeyse sırtı görünmez olmuştu...

Kana boyanmış dudaklarından son cümlesi düştü hırkanın üzerine:

“Esselamü aleyke ya resulullah…”

Bir şehit! Ne de güzel bir şehit! Görüyor musunuz, ne kadar tatlı, ne kadar huzur içinde ölüyor? Doksan yedi yıllık ömür, Allah yolunda savaşırken, şahadetle son buldu... Âşık, maşuğuna kavuşmuştu artık!

Ey bütün zamanların çıldırtan gözyaşları! Şimdi sağanak sağanak dua. Hilalin sureti düşüyor suya. Ey aşka hep yalınayak koşanlar. Bakın gökte yıldız yıldız akıyor esma-i hüsna. Bir tek damla şahadet kanıyla tufandır yüreğimiz. Şimdi aşk. Şimdi şahadet vaktidir.

Derdin nedir? Derdim aşk’a yolculuktur. Ya sizin derdiniz ne ki dudağınızda derman kelimesi hiç eksik olmuyor. Öyle bir derdiniz olsun ki bin dermana değişmeyesiniz.
SİNAN YAĞMUR
********************

3 Mart 2012 Cumartesi

Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 1

Herkese selam...

Abdülhamidin Kurtlarla Dansı 1 isimli kitabımı bitirmiş bulunmaktayım.
Aslında çok önce bitmesi gereken bir kitaptı ama geçirdiğim rahatsızlık , işlerimin yoğun olması dolayısıyla haliyle aksadı ..
Ama geç olsun güç olmasın diyorum yine de ..
Serinin ilk kitabında sandığımız Abdülhamit şablonundan çok farklı bir Abdülhamitle karşılaştım.
Abdülhamidin nasıl bir karaktere sahip olduğunu ,yaptığı eylemlerin altında neleri barındırdığını ,sanıldığının aksine ne kadar sanatkar,entelektüel ,ileri görüşlü ve akıllı bir adam olduğunu anlamış oldum ..
Yaşadığı dönemde , ülkenin çıkmazdaki halinde bile ,Dünya devletleri ile olan ince ayarı nasıl akılane bir biçimde ayarlayıp ,ölmemizi bekleyen leş kargaları gibi başımıza üşüşmüş dış devletlere inadına imparatorluğun ömrünü nasıl uzatmaya çalıştığını okurken insan hayret etmeden geçemiyor.
Çağına göre modern eğitim anlayışı ile bir devrim yapıyor  eğitim sistemimizde.
Aslında bu kitap bana , okudukça ,Abdülhamid’ in padişah olmasını bir kenara bırakıp ,Müslüman bir insanın nasıl hem dinine bağlı hem de ileri görüşlü ,sanatçı ruhlu,entelektüel ,dünyayla bağını koparmadan dünyanın güzelliklerini fark ederek yaşayabileceğini bir kez daha ispatlamış oldu.
Dünyaya medeniyet adına bir çok şey Müslümanlardan geçmiş olmasına rağmen , bugün bunun unutulmuş olması çok acı.
Ecdadımızın hayatını okudukça bunlar ı bir kere daha hatırlama fırsatı buluyor insan ve onlardan örnekler  alarak yaşamımızda bir çok şeyi düzeltebileceğimizi  farkediyor,hayata bakış açımızın nasıl olması gerektiğinin idrakine varabiliyoruz.
Bizi onlarla buluşturup ,onları tanımamıza vesile olan Mustafa Armağan gibi tarih yazarlarına da bin kere teşekkür etsek azdır.
Hakeza tarihini bilmeyen ,hiçbir şey bilmiyor demektir..
Necip Fazıl çok yerinde bir cümle kurmuş aktarmadan geçemeyeceğim .
Abdülhamid’i  anlamak her şeyi anlamak olacaktır…
Bir sonraki analizde bakalım neler var J
Kalın sağlıcakla….

1 Mart 2012 Perşembe

İçimizdeki o ses


İskender Palayı oldum olası çok severim.
Onu ilk keşfettiğim zamanlarda arka arkaya 10 a yakın kitabını okumuştum.
Tarihi romanla birleştirip okuyucuya sunarak ,hem tarihi bilgiler vermek hem de insanların roman tadını almasını sağlamaya çalışmakla kolay bir iş başarmadığı ortada ...
Türkçemiz ile ilgili yaptığı çalışmaları ise takdire şayan.
Bugün köşesindeki yazısı çok hoşuma gitti.
Maneviyatımızdan ne kadar uzaklaştığımızı ,materyalist ve kapitalist sistem içerisinde ne kadar debelendiğimizi ,yuvarlana yuvarlana tepe taklak olduğumuzu bir kere daha farkettim.
Günümüz insanının sorunsalına ayak basıyordu Pala..
Günümüz insanı kapitalist sistemin uydusu olarak herşeyi paraya ve maddeye bağımlı olarak yaşarken aslında özünde beslediği değerlerden ne kadar da uzak yaşıyordu bir kere daha hatırladım.
Cebimizdeki paranın ,altımızdaki arabanın ,statümüzün ,evimizin bulunduğu sokağın ,giydiğimiz kıyafetin markasının ne olduğunu düşünmekle meşgul olan zihnimizin ,ruhumuzla buluşamadığı dar geçitlerden ,labirentlerden geçiyoruz yeni düzende.
Bu öyle bir düzen ki yakaladığını hemen ham ediyor ,affetmiyor.
Bu kadar acımasız bir düzenle başa çıkmamızın yolu ise içimize yönelmekten geçiyor.
Dışımızı cilalamakla iş bitmiyor ..
Buyrun bakalım Pala'nın kaleminden bu işlem nasıl gerçekleşiyor.

İçimizdeki o ses


İçinizden bir ses fısıldıyor; "Adaletli olmalısın, ahlakın güzel olmalı, alçakgönüllü davranmalısın, dürüstlükten ayrılmamalısın, davranışlarında samimi olmalısın, haddi aşmamalısın, erdemlerin olmalı vs... vs."

Kulak verseniz de vermeseniz de, dediklerini yapsanız veya yapmasanız da sizi asla terk etmeyen, her nereye gitseniz sizinle gelen bu ses de kimin sesi?!.. Niçin size fısıldayıp duruyor: "Kırmızı ışıkta geçme, yere çöp atma, yalan söyleme, hile yapma, kimseyi aldatma, sokak hayvanlarını koruyup kolla, insanlara iyi davran, muhtaçların imdadına yetiş vs... vs."? Üff!... Ne çok şey istiyor bu ses sizden? Ne kadar da otoriter üstelik!..


Şüpheye düşebilirsiniz: "Bu sesi yalnızca ben mi duyuyorum?" Öyle ya, herkes istediği biçimde davranırken bir ses sizi devamlı neden kontrol edip dursun? Başkalarının zihninde böyle kısıtlamalar yokken sizi böyle kıskıvrak yakalayan da kim? Ama bir dakika!.. Ya herkesin içinde böyle bir ses varsa!.. Hiç kimse diğerine bildirmese de az veya çok böyle bir sesi ya herkes duyuyorsa!.. Belki de şu imrendiğiniz kişi o sesi içinden söküp atan kişidir. Yahut tam tersine, belki de siz içindeki o sese kulak veren kişiye imreniyorsunuzdur? Hangisi önemli; içinizdeki sesin size iyilik adına yahut kötülük adına seslendiği mi, iç sesinizin sizi iyiliğe yahut kötülüğe yönlendirdiği mi? Hatırlayın o süvarinin başından geçen hikâyeyi. Hani atıyla ıssız çöllerde ilerlemekte iken, kavurucu güneşin altında susuzluktan dudakları çatlamış bir yolcuya rastlamış ya. Sonra da atından inmiş, ona matarasından su vermiş. Ama o da ne; yolcu suyu içince canlanır canlanmaz süvariyi kuvvetle ittirerek atına atlayıp dört nala uzaklaşmaya başlamasın mı? Çölün uzayıp giden düzlüğünde gözden kaybolmak üzereyken süvari arkasından seslenmiş. "-Tamam, atımı aldın, yolun açık olsun; lakin senden bir ricam var, lütfen bu hadiseyi kimseciklere anlatma!" Hırsız, süvarinin bu isteğini pek tuhaf bulmuş ve durup nedenini sormuş. Aldığı cevap şaşırtıcı: "-Eğer anlatırsan, bu hadise her yere yayılır da insanlar bir daha çölde çaresiz birini görünce yardım etmez olurlar!"
İmdi düşünün, içinizde bir süvari mi var, bir hırsız mı? O ses menfaatlerinize mi sesleniyor, insanlığınıza mı? Gücünü nefsinizden mi, ruhunuzdan mı alıyor? Bu sorularınızın cevabını bilmek istediğinizden hiç şüphem yok. Çünkü bunlar, sizin nasıl düşündüğünüze, nasıl yaşadığınıza dair kendinizi anlamanızı sağlayacak ipuçlarına sahip sorulardır. Ben size şu kadarını söyleyeyim; siz o sesi doğuştan getirmediniz; hayır, içinde yetiştiğiniz toplumun genel kabulleri ve medeniyet birikimi o sesi yavaş yavaş, sindire sindire, yıldan yıla sizin içinize koydu. Yaşınız kemale ererken onun kelimeleri veya cümleleri inandığınız dinden, yaşadığınız kültürden, sahip olduğunuz töreden, uyduğunuz evrensel ahlaktan süzüle süzüle oluştu ve sizi diğer bütün yaratılmışlar arasında yüksek bir basamağa tertipledi. Böylece insaniyetin gereklerini harekete geçirmek, kimliğinizi güçlendirmek ve yaşanacak zamanları güzelleştirmek adına size fısıldamaya başladı. O ses size iyi, güzel ve yararlı olan tavırları söylüyor, o ses size sağlıklı muhakeme yeteneği bahşediyor, o ses sayesinde doğruyu ve yanlışı ayırt edebiliyorsunuz. Manevî bir yanı var bu sesin, biliyorsunuz; size güven veren bir yanı var. Herkesin içinde aynı sesin aynı biçimde fısıldadığına inanmak istiyorsunuz. Başkalarının içindeki ses ile sizin sesinizin çatışmadığını, bilakis bir orkestranın parçası gibi olduğunu düşünüyorsunuz. Çünkü o sesin manevî bir ilham olarak size verildiğini hissediyor, size bağışlanmış bir nimet olduğuna inanıyorsunuz. O sesin ilahi olduğunu biliyorsunuz: "Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene ant olsun!. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene ant olsun!. (Şems,7-8)." Düşünün hele, o ses sizin için nezakettir, doğruluktur, gülümsemedir, iyi niyettir. O ses sizin mutluluğunuzdur. O sese uyduğunuzda hayat güzelleşir, insanlık kurtulur.
Bugün o sese kulak verin; bakalım diğer günlerden farklı bir gün olacak mı? Bugün o sesi dinleyin; bakalım diğer insanlardan farklı bir insan olacak mısınız? O ses, bugün sizin kendi kendinize doğruyu bulmanıza yardımcı olsun. O ses bugün sizin hümanist rehberiniz, insaniyete açılan kapınız olsun. Hani Hz. İbrahim'e yıldızları, ayı, güneşi ve ardından Allah'ı bulduran ses gibi.
Bildiniz, bu ses sizin öz vicdanınızın sesi. Bu sese kulak verin, çünkü akıl ve şuur sahibi her birey, Yaratıcı tarafından kendisine ilham edilen vicdanının söylediklerinden sorumludur.
İskender Pala